Sayfalar

31 Ekim 2015 Cumartesi

Tess'in Gözyaşları, Pepper Winters [Kitap Yorumu]


Spoi İçerir

"Nesin sen, Köle?"
"Ben seninimEfendim."


Yorum yazacağım ama ekranın başında kalakaldım. Kitabın hangi yönünü anlatayım bilemiyorum. İlk kırk sayfa da hayal kırıklığına uğradım. Kız ezik bir karakter; ''Allah bilir vıcık vıcık aşkın olduğu bir cinsellik kitabı dahadır,'' dedim.  Hatta iki gün elime bile almadım kitabı. Sonra başladım hadi devam ettireyim diye düşündüm. Allah'ım! Allah'ım! İyi ki de devam etmişim. Nasıl özgün bir konusu var. Soluksuz okudum! Devamını istiyorum! Devamı bir an önce çıksın, alayım, okuyayım istiyorum.

Fakat değinmeden de geçemem, bu kitap bdsm. Bunu da yazar çok iyi yansıtmış. Tecavüz var. Bıçakla, sadece fantazi olarak... Kırbaçlama, kan yemini, efendi - köle ilişkisi, bağlanma, uyuşturucu ve insan kaçakçığı ile fahişeliğe zorlanma... Ben bu kitaba yaş sınırı +22 derim... Yaşı küçük olan, bu tür de okumayı sevmeyen eline almasın çünkü beğenmez.

Ben belki de kitabın bu kadar uç nokta da olmasını sevdim. Bilindik aşk hikayelerinden, bdsm deyip tutkulu aşka dönen romanlardan öyle sıkılmıştım ki... Tess'in Gözyaşları yeni bir soluk getirdi. :)

Gelelim konusuna. :) Tess, erkek arkadaşı Brax ile Avustralya'dan kalkıp taa Meksika'ya tatile gidiyor. Brax çok şirin. Şirin olduğu kadar da sıkıcı. :) Üzgün olduğunda sarılabileceğin birisi. Tess yalnız kalmaktan o kadar korkuyor ki ona gerçek benliğini bile açamıyor: Kırbaç ve sert seksten hoşlandığını yani. :) Aslında kendine bile itiraf edemiyor diyebilirim. Fakat Meksika'da kaçırıldıktan ve efendisi olacak Q'ya satıldıktan sonra hem kendisini kabullenmeyi öğreniyor hemde olduğundan daha güçlü olduğunu fark ediyor.
Q'ya gelirsek... Q, Tess'in efendisi. Onu ehlileştirmeye, itaat etmesini sağlamaya çalışıyor. Zorbalıklar ediyor. Çünkü Tess onun malı; net. :) Fakat canavarca da olsa onu arzuluyor da. Tess'imiz de az değil. O da bu arzuya karşılık veriyor.

Benim beğenmediği tek bir yönü vardı; o da Tess'in başına gelen şeyleri çarpık arzularına bağlamasıydı. Kaldı ki başına gelen şeyler bu anlattıklarımla da sınırlı değil. Okumanız lazım. :)

Bu kitapta duygu değişimleri o kadar ani ve o kadar sert ki nefesinizi kesiyor.

Bu tarz okuyabiliyorsanız bu kitabı kaçırmayın derim.

Bir de Arkadya Bitter'e eleştirim olacak. :) Kapak görseli çok kötü. Pembe en nefret ettiğim renktir.. Bu yayın evinin kuruluş amacı belli. Ne türde kitaplar çıkaracaklarını duyurdular. Bence orijinal kapakları kullanmalılar ya da ona uygun görseller.


Alıntılar


                          "Sen benim  olmayabilirsin ama ben giderek daha çok senin oluyorum."


"Özgürlüğüm esaretindedir, Q. Sadece senin yanındayken uçabilirim."


Tess Snow.
Tess esclave.
Benim.
Her şeyiyle benim.




23 Ekim 2015 Cuma

Erospa / Meltem Arıkan (Alıntılar)



''Kişinin kendini unutup giydiği elbiseyi kendi sanması ve ona uygun davranması ne büyük bir zavallılık. Hele de bunu büyük bir onurla yapıyor olması.''

''İnanmak, inandırılmak, inandırmak. Kendimizi kendimizden, kendimizi acılarımızdan, kendimizi korkularımızdan, kendimizi gerçeklerden korumak için kullandığımız acil yardım paketi. İnan, inandır... Ben neye inanıyorum acaba? Yoksa inanmaktan çoktan vazgeçmenin boşluğunda mı yüzüyorum? Bir zaman inanmıtım. İnanma!''

''Sorumluluk hisle mi, akılla mı, bilinçle mi igili yoksa; hepsinin bir araya gelmesiyle mi oluşur? İnsanlar sorumsuz oldukları için mi başkalarının hayatlarıyla hoyratça oynaya bilir? Kötülük ve iyilik yüzlerce yıldır tartışılıp dursada hiçbir şey değişmiyor, ne yazık... Belki de bu sözcükleri değiştirmek lazım. Hep aynı sözcükleri kullanmaktan yoruluyorum, artık sözcükler aynı ama içileri bomboş... Boş baloncuklarla anlaşmaya çalışıyoruz sanki.''



''Hayvanlarla insanları ayıran en büyük özellik, insanların yasaklara uyum göstermeleridir. Ancak insanlar bir yandan yasaklara uyarken, diğer yandan da onları çiğnemek isterler. Yasakları çiğnemek aynı zamanda cesaret göstermenin de bir işaretidir. Bu cesaret, aynı zamanda kişinin kendini gerçekleştirmesinin özünde yatan cesarettir.''


''İçim içime kilitliyse eğer, kendimi de içime koyup yokluğa alışabilir miyim? Yokluğu seçebilir miyim? Vardım, yok oldum. Yok olmanın ne kadar kolay olduğunu en iyi bilen ben eğil miyim? Yok olmayı seçenlerin ardından kolaycılar diye kızan... Bütün yaşamımı var olmak için harcarken, yok olmayı düşünme hakkına bile sahip değilim.''


''Sistem ancak bilgiye sahip olmakla değiştirilebilirdi, sistem ancak kişilerin korku sınırlarını aşmasıyla kendini yenileyebilirdi, sistem ancak dinlerden, ırklardan, uluslardan arındığı zaman samşmş olabilirdi.''


''Bazı şeyler sürekli kaçıyor. Uykum, huzurum, mutluluğum... Kaçanlar yetmiyormuş gibi, bir de kaçanlara inat sürekli yapışanlar var. Acımasızlıklar, çirkinlikler, duyarsızlıklar, kendine acımalar, sorumsuzluklar ve tabii hüzün... Bir yandan kaçanları yakalamaya uğraşmak, diğer yandan yapışanları temizlemeye çalışmak...''


''Herkes unutuyordu, unutmak çoğu zaman olumlanıyordu. Unutuluşların, unutulanların, unutulması gerekenlerin zafererine bir de isim verilmişti. Unutmanın, unutulmanın, unutturmanın kutsanması 'TARİH'.''



Elantris / Brandon Sanderson [Kitap Yorumu]


 Bir kitap daha okunmuşlar listeme girdi; yeni yorum geldi. Yorumum biraz spoi içerebilir, şimdiden uyarayım. :) Çünkü bu kitap hakkında ki düşüncelerimi nasıl aktarayım bilemiyorum.

Bu yazarın kalemini çok merak ediyordum. Çok fazla ismini duydum ve kötü yorum da okumamıştım. Elantris'de seri olmayan tek kitabı, bu yüzden ilk bu kitabıyla yazarla tanışmaya karar verdim. :) Yazarın diğer kitaplarını okuyacak mısın? Derseniz eğer: Evet, okuyacağım. Sadece bu cümleden bile Elantris'i sevdiğimi anlayabilirsiniz. :)

Elantris'i okumak biraz zor. Çok özgün bir konuya sahip. Yazarın kalemi akıcı fakat nasıl desem kitabın bir ağırlığı var. Kalın olmasından dolayı değil. Diyaloglar da çok fazlaydı; bir sonra ki sayfayı merakla çeviriyorsun. Yazarın anlatmak istediği, biz okuyucuya vermeye çalıştığı şeyleri sindirirken, düşünüp tartarken biraz zorlanıyorsun.

Elantris, fantastik bir roman olarak geçiyor ama bana göre fantastik kısmı hafif kaldı. Ya da fantastik yönünü kafamda büyütmüşüm. Bu kitap sadece fantastik değil edebiyat sevenlerin de okuması gereken bir roman. Beklentimin de üzerindeydi: Siyaset, ayak oyunları ve din konularının fantastik bir eserde çok başarılı bir kurguyla birleşimiydi.

Konusu mu? :)

Elantris bir şehir... Ve bir zamanlar o kadar parlak ve güzeldi ki tanrıların şehri olarak anılıyordu.
Güç, ışık ve büyünün şehri.
Muhteşem şehrin, muhteşem sakinleri vardı. Saçları parlak beyaz, derileri madeni gümüş renginde. Şehrin kendisi gibi parlayan sakinleri. Şehrin kendisi gibi ölümsüz. Elantrianlar tanrıydı. Ve her hangi biri tanrı olabilirdi; dilenci, soylu veya asker... Her kim bir Elatrianli olursa sıradan hayatı geride kalırdı. Ne de olsa Elantris; mutluluk içinde yaşayıp, bilgece yöneteceği ve edebiyen tapınılacağı yerdi.
Fakat...
Edebiyet on yıl önce sona erdi.

Kitap 3 kısımdan oluşuyor; Elantris'in Gölgesi, Elantris'in Çağrısı ve Elantris'in Ruhu...

Büyü ile ilgili fazla bir beklentiniz olmasın çünkü kitapta kaybolan büyü gücünü tekrar bulmaya odaklanmış. Büyü, büyücülük olayları yok. :)

Elantris üç bölüme ayrıldığı gibi üç ana karakter üzerinden konuyu anlatıyor; Raoden, Sarane ve Hrathan.

Raoen; Arelon ülkesinin kralının oğludur fakat kendini bir sabah lanetlenmiş olarak bulur. O artık bir Elantris'li bir Elantrian'dır. Yani yaşayan bir ölüdür. Fakat diğer Elantrian'lıların aksine durumunu kabullenmez. Bunun yerine Elantris'i yaşanabilecek bir yer yapmaya karar verir. Elantris'in eski büyüsü Aon'ları bulmaya ve onları geri getirmeye uğraşır.

Sarane; Teod ülkesinin prensesidir ve Raoen ile hiç karşılaşmamış olmalarına rağmen onun nişanlısıdır. [Ah şu eski zamanlar ve politika için evlenenler] Sarane kitapta daha çok ülkenin çöküşünü kurtarmaya çalışan prenses rolünde yer alıyor.

Hrathan ise Arelon'u shu-dereth dinine geçirip Fjor ülkesinin eyaleti yapmaya çalışmaktadır. Sarane'nin asıl savaştığı şey de bu işte. Fakat Hrathan oldukça zeki biri...

Kitabın görünürde ki kurgusu bu... Bu üç kişinin din ve politika için zaman zaman kendileri ile savaştığı bile oluyor. Tüm bunları yazar başarılı bir şekilde tasvir etmiş. Çok güzel cümlelerle bize aktarmış, anlamlı aforizmalara yer vermiş. Yavaş başlayıp sonradan hız kazanan bir roman haline getirmeyi başarmış.

Benim beğenmediğim tek bir yer vardı. O da savaşın neden başladığı? Sebebi neydi? İki mezhep var. Fakat bunların arasında ki bu derece artan sürtüşmeyi tetikleyen şey neydi? Yazar belki buna da biraz daha yer verebilirdi.

Fakat lafın özü şu ki; kurgu dahice, kalemi sürükleyici. Karakterler desen başarılı bir şekilde kurgulanmış. Daha ne?

Kitaplığınız da en az bir Brandon Sanderson kitabı olsun. Elantris'i okuyun. :) Zaten sonra diğer kitaplarını da muhakkak okursunuz. :)





11 Ekim 2015 Pazar

Erospa, Meltem Arıkan [Kitap Yorumu]


Vay canına!

Kitap bitti ama bende bittim. =) Anlamaya çalışıyorum, anlamlandırmaya. Bir kitaba yorum yazmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Bazı kitaplar anlatılmaz, okunur ya işte Erospa'da o kitaplardan biriydi. Nasıl anlatsam bilemiyorum. Kitabın türünü bile söyleyemiyorum. Kitap hayatı ve ölümü anlatmaya yönelik. Kitap kendimizi ve başkalarını anlamaya yönelik. Siyaset kitabı. Fantastik roman. Bu kitapta çok şey var...

Meltem Arıkan'ın çok merak ediyordum. Düşünce ve İfade ödüllü yazar sonuçta fakat hiç bu kadar beğeneceğimi düşünmemişti. Kabul herkes sevmez bu romanı. 150 sayfalık kitap ama öyle oturup 1 saatte okuyabileceğin bir roman değil. İnce ama göründüğünden ağır. Dolu dolu... Etkileyici.

***

Kitap farklı zamanlarda geçiyor. Bir de günlük bölümleri var.

Farklı zamanlarda dört isim var; dört karakter. Üçü zaten aynı kişi; Erospa. Erospa'nın geçmişi, bugününü ve geleceği... Bir de Redmind var ki ona birazdan değineceğim. =)

Günlük bölümleri ise üçüncü kişinin ağzından. Benim için o üçüncü kişi yazarın kendisiydi.

''Romanımı yazarken ilk defa, bu romanda roman kahramanlarını bile kimin belirlediğine artık emin olamıyorum. Ben mi? Yazar mı? Yazarla ben aynı kişi miyim?''

Gelelim Redmind'e... Bundan sonrası spoi içeriyor şimdiden uyarayım. =)

Redmind'e ajan diyebiliriz. =) Teşkilat sibergerillarla yani hacker'larla ilgini bir birim oluşturuyor. Redmind'de hackerların operasyonlar düzenledikleri geniş bir organizasyonun peşinde. Hackerların hackerı avatarı Erospa olanı yakalamaya çalışıyorlar. Fakat Erospa tam bir dahi ve hayalet gibi. Yakalaması imkansız. Redmind onu yakalayabilmek için hackerlar hakkında bir araştırma kitabı hazırlayan gazeteci olarak HelloKitty adlı bir kadın ile görüşmeye gidiyor. Bu nokta da işe fantastik öğeler karışıyor. Burası çok ilginç; onların konuşmasına üçüncü bir kişi katılıyor. Wikka. Konuşan bir kobra yılanı. Aslına ben kitaba fantastik öğeler karışmasın isterdim çünkü kitapta o kadar güzel aforizmalar var ki... Her neyse; Redmind kendisine uyuşturucu verildiğini sanıyor. Ben delirdiğimi falan sanırdım. =)

Wikka, Erospa'ya daha genç bir kızken onu koruyup kollaması, yola göstermesi için Ana Server tarafından yanına gönderiliyor. Ana Server tanrının annesi tanrıça olarak adlandırılmış kitapta. o hem gerçek hem de değil. Hem var hem yok gibi... Anlatamıyorum ki =) Benim için bir nevi yapay zekaydı. Tabi yılanı kanlı canlı bizim dünyamıza yollayana, dowland edene kadar.

Kitabın bir kısmı böyle işte... Sonu ilginç yerlere bağlanıyor. Okuyup görmelisiniz. İnsanlık yok mu olacak? Varlığına devam mı edecek? Merak etmez misiniz?

Okuyun =)




Elveda, Ceyhan Han Ataç [Kitap Yorumu]


►Spoi İçerir◄

Elveda kitabının ne konusu ne de yazarı hakkında bir fikrim vardı. İsmi ilgimi çekmişti, arka kapak yazısını okumuştum.
Hüzünlü romanları severim... Hayata her gün gülümseyerek bakmıyorsun sonuçta.
Aldım elime okumaya başladım. Benim için şiir gibiydi yazılanlar. Yazarın kalemi hafif, kitapta ince zaten fakat öyle cümleler var ki insanın kalbinin tam orta yerinden vuran. Etkileyiciydi.

Elveda'da her bölüm, karakterin hayatından bir kesit. Çocukluğu, lise yılları, aşkları ve hayal kırıklıkları. Hatta ölümü...

Ölümünü intikam almak için kullanan, Altay'ın hikayesiydi bu roman.
Altay'ın Turgutreis'de mutlu bir çocukluğu olsa da ailesinin işi sebebiyle Ankara'ya taşınıyorlar. Orada aile yapısı bozuluyor. Annesi babasını aldatıyor. Babası alkolik oluyor. Aşk hayatında umduğunu bulamıyor. Anlayacağınız hep bir hayal kırılığı hep bir hüzün. Tüm bunların üstüne bir de hasta olduğunu ve öleceğini öğreniyor. Ölümünü de intikam olarak kullanmaya karar veriyor. Üç mektup yazıyor; annesine, babasına ve sevdiği kıza.

Aslında Altay'ın bu davranışı, intikamı seçmesi ne kadar doğru bir şey olduğu tartışılır. Fakat yazar toz pembeyi seçip, ailesiyle barıştırıp ağlak bir son yazmamasını beğendim. Hatta çocuk bir de iyileşseydi falan klasik son der geçerdim. Ama böylesi... İnsan böyle bir son karşından kayıtsız kalamıyor. Karakterin acısı, kendi acımmış gibi.

''Anne, baba ve sevgili olmak ile anne, baba ve sevgili olabilmek aynı şey değildir.''

Birazcık da olsa farklı hikayeler arayanlar, düşündüğünün aksine sonlarla karşılaşmak isteyenler Elveda kitabı okusun derim.




LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...